Mesleğe adım attığım ilk gün heyecanıyla henüz yürünmemiş karla kaplı bir yolu adımlıyordum.
Hayatıma bembeyaz bir sayfa açmak gibiydi. Ahşap evlerin sacları, her dem yeşil kalan çamların yaprakları her yer bembeyazdı.
Gürdere, Rize ilinin İkizdere ilçesine bağlı bir köydür. Eski adı Ethone olup Rize’ye 55 kilometre İkizdere ilçesine 3 km uzaklıktadır. Rahmetli babaanneme “Ethoneli” derlerdi. Hemen herkes onu bu şekilde çağırırdı. Babaannem evlendikten sonra köyüyle irtibatı kopmuş bir daha doğup büyüdüğü, anılarını anlatırken gözlerinin istemsizce dolduğu köyüne bir daha hiç gitmemişti. Gidememişti. Şimdi ise yıllar sonra ben adımlıyorum, babaannemin çocukluğunun geçtiği, gelin olduktan sonra bir daha hiç yürüyemediği bu yokuşları. Zira 13 yaşında evlendirilmiş ve daha çocuk denilen bir yaşta ayrılmıştı baba ocağından telli duvaklı.
Yokluk zamanlarıydı derdi babaannem, çok yokluk varmış! Buğday ekmeği bile bulamazdık derdi, mısır ekmeği yaparlarmış o zamanlar. Onu da kendi ektikleri mısırları değirmenlerde öğüterek elde ederlermiş.
Tüm bunları düşünürken okula varmıştım. Okulun hemen bitişiğinde lojman vardı. Orada kalacaktım yollar kapalı olduğunda. Yürüdüğüm yolu ve hava şartlarını da düşününce tüm kış orada kalmaya hazırlamıştım kendimi.
- Hoş geldin, Öğretmen kızım, günaydın! Ben köy muhtarı Mustafa Bayrak. Köyümüze hoş gelmişsiniz. Evim hemen okulun aşağısında diyerek eliyle bacası tüten, tek katlı ahşap evi gösterdi. Buyrun dedi ısrarla, hanım çayı hazırlamıştır.
Yöreden biri olarak bu sıcak karşılamayı memnuniyetle karşılasam da okulu açmak istediğimi ve çocuklar gelmeden önce sobayı yakmak istediğimi söyledim. Muhtar soğuktan kızaran parmaklarıma bakıp “Öğretmen kızım ben yakarım sobayı, çalı çırpı her şey var. Kömürümüz de var çok şükür.” diyerek ısrar edince daha fazla itiraz etmek istemedim. Muhtar önde ben arkada çatısı top top karla kaplı eve doğru yöneldik. Bir kartpostalın içinde yürüyor gibiydik. Yıllar sonra bile hatırlayacağım bir hikayenin giriş bölümünde geziniyordum..
Okulun koridorundan içeri girdim. Tuhaf bir mutluluk hissediyordum. Koridorlar aynı, sıra düzeni aynı, tebeşir kokusu aynıydı. Okul yaşantımı düşündüm, kendimi o sıralarda hayal ettim fakat şimdi öğretmendim. İki ortak sınıfı vardı okulun. 1.2. ve 3. Sınıf öğrencileri için bir sınıf; 4 ve 5. Sınıflar için ayrı bir sınıf vardı. Dahası bu iki ayrı sınıf için bir tek öğretmen görevlendirilmiş olmasıydı! Köy okullarının kapanacağı gündemdeydi o zamanlar. Nitekim bir yıl sonra da tüm köy okulları kapanmıştı.
“ Ah, kızım ah! Eski zamanda kız çocuklarını okutmazlardı. Ben okuma yazma öğrenemedim. Cahil kaldık.”
Rahmetli babaannemin sağlığında gözleri yaşlı, biraz da mahcup söylediği o sözler şimdi okulun koridorlarında yankılanıyordu. Buruk bir mutluluk hissettim. Sanki yanımdaydı ve beni seyrediyordu.