Aydın MERTAYAK

Tarih: 09.07.2024 14:34

Bir Müstahsil, Bir Ders: "Temel’in Hikayesi

Facebook Twitter Linked-in

Müstahsil Temel’in öyküsü, insan doğası ve hırsın yıkıcı etkileri üzerine düşündürücü dersler sunar. Temel, sıradan bir çay müstahsili olarak yaşarken, daha zengin bir hayatın hayalini kurar. Bir gün, cömert bir reisin karşılıksız çaylık verdiğini duyar ve daha fazla çaylık elde etme arzusuyla reisin yanına gider. Şükrü Reis, ucu bucağı görünmeyecek kadar çok büyük çaylıkları olan herkese istediği kadar çaylık veren cömert bir adamdır. Temel’e şöyle der: “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün çaylıklar senin olacak. Ancak güneş batmadan başladığın yere dönmen lazım, yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Temel, güneşin doğuşuyla birlikte yürümeye başlar. Onlarca çay bahçesini geçer. Geri dönme vakti geldiğinde, gürül gürül akan bir şelalesi olan sulak bir araziyi görüp es geçemez. Her yeni çaylık, daha çok toprağa sahip olma hırsını körükler. Ancak güneşin batmasına az zaman kaldığını fark eder. Koşar, koşar, ama gücü tükenir. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, burnundan kanlar akmaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, yere yığılır ve bir daha kalkamaz.

Şükrü Reis olanları izler. Bu duruma defalarca şahit olmuştur. Çalışanlarına bir mezar kazdırır ve Temel’i bu mezara gömerler. Mezarın başında durup şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

Modern insan, Temel’in öyküsünde olduğu gibi, biriktirme arzusunun pençesinde kıvranır. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev biriktiririz. Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyüktür. Yaşlandıkça arzularımızı besler, gençleştiririz. Biriktirdikçe hayata olan bağlarımızı artırırız. Öyle bağlanırız ki bir gün bu dünyadan göçüp gideceğimiz fikri aklımızdan çıkar.

İnsan, tüketmeye de meraklıdır. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zamanını, sözlerini, benliğini tüketir. Benlik biriktirirken, benliğini tüketir. Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, mincinin, mısır ekmeğine ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz? Bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, eline sağlık diyen bir erkeğin zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız?

Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar fakiriz aslında. Belki de gerçek zenginlik, elimizdeki küçük ama değerli şeylerin kıymetini bilmekte saklıdır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —