Mevlana’nın yoldaşı olan Şems’e çocukken babası diyor ki:
“Evladım, sende bir divanelik var... Ne olacak senin halin?” Şems babasına diyor ki: “Babacığım, sen ve ben öyle bir haldeyiz ki sanki bir kaz yumurtasını tavuğun altına koymuşlar. Bu yumurtadan kaz yavrusu çıkmış.
Biraz büyüyünce yavru hemen göle atlamış. Anne tavuk etrafında çırpınmış, bir kümes kuşu olduğundan suya girememiş. İşte seninle ben de böyleyiz. Benim hayalim denizler. Eğer sen de bendensen, birlikte olalım.”
Çocuklara kendi hayallerimizi, korkularımızı yüklememiz, onların denizlerini kurutuyor.
Kendi bildiklerimizden, kendi kalbimizden geçenle oluşturduğumuz yol haritalarını çocuklara rehber vermeye çalışıyoruz.
Okyanuslara açılacak çocukları su birikintilerinde kulaç atmaya mahkûm ediyor, yüzme öğretmediğimizi kendisine sormadan suya öylece bırakıyor, hayali gökler olana suyun yolunu gösteriyoruz.
Onların denizinde, onların yol haritasıyla, onların hızında, onların istediği kadar eşlik edebiliyorsak ne ala; diğeri, Şems’in örneğindeki gibi su kenarında çırpınmaya benziyor.
Kabul edelim, şimdiki çocuklar yılları üçer üçer atlıyorlar sanki.
Ne bizim zamanımızı ne kendi zamanlarını yaşıyorlar. Devir, devran böyle.
Onların geleceğinden endişe ederken bazen yavrusunu tehlikeden koruyan gurk tavuk gibi onları boğabiliyoruz.
Varsınlar, yaradılışta kendilerine bahşedilen yeteneklere yönelsinler.
Çünkü gelecekteki durum, şimdiki durum olmayacak.