Tarih: 12.03.2025 08:55

Aydın MERTAYAK, " Mukaddes Ayın Riyakârlıkla İmtihanı "

Facebook Twitter Linked-in


Ramazan ayı… Kimileri için bir ibadet mevsimi, kimileri için sosyal dayanışmanın sembolü, kimileri içinse nefsini terbiye etme fırsatı. Ama bir de bu ayı gösterişe, riyaya ve mide festivallerine çevirenler var. İşte onlar için Ramazan, sadece sosyal medya vitrininde sergilenen bir gösteri.

Mukaddes bir zaman dilimindeyiz… Sofralar kuruluyor, tabaklar dolup taşıyor; sahurlar, iftarlar, ziyafetler birbirini kovalıyor. Lakin bir soru var ki cevabı pek azımızda saklı: Ramazan sadece aç kalmaktan mı ibaret? Yoksa asıl maksat, açın hâlinden anlamak mıydı?

Bir zamanlar yoksulun kapısına gün doğmadan erzak bırakan ecdadın torunları, bugün yardım ederken bile merhameti gösterişin süsü hâline getirdi. Eskiden veren el, alan eli bilmezdi; şimdi ise veren el, kameraya poz vermeden sadakasını vermez oldu. Hayırseverlik, sosyal medya vitrinine konan bir malzeme; infak, beğeni toplama yarışına dönüştü.

Ramazan, insanın nefsini terbiye ettiği, gözünü, dilini, gönlünü temizlediği bir aydır. Peki, ne oldu da bu mübarek ay sofralarda gösterişe, midelerde oburluğa, yardımlarda riyakârlığa mahkûm edildi? Açlıkla imtihan edilirken daha fazla kilo alan bir toplum hâline nasıl geldik?

Bir Ramazan akşamı rahmetli Musa dedem, iftar sofrasına bir yoksul getiremedi diye gözyaşı dökerdi. "Bugün Rabbim beni bu rızıktan bir fakirle buluşturmadıysa bunda benim bir kusurum var." derdi. Bugün kaçımız, iftar soframızda bir ihtiyaç sahibi olmadan boğazımızdan geçen lokmaya içimiz yanarak bakabiliyoruz? Kaçımız soframızda bir yoksulu misafir edip onunla oruç açıyoruz? Ne yazık ki iftar sofraları, akrabalarımız ve dostlarımızla yemek şölenlerine dönüştü.

Komşunun aç yattığı bir şehirde en büyük açlık, tokların vicdan açlığıdır. Rahmetli babaannem, etli bir kap yemek pişirdiğinde komşunun habersiz kalmasından hicap duyardı. Onun gönlünü incitmeden abimi gönderir, “Babaannemin canı erik istedi.” –aslında hiç sevmezdi– “Ağacınızdan bir kap erik verebilir misiniz?” diyerek kapısını çaldırırdı. Komşudan aldığı bir kap eriği boşaltır, içine pişirdiği etli yemekten koyar, geri gönderirdi. Bugün kaçımızın aklına komşunun sofrasını düşünmek gelir?

Dillerde hep aynı cümle: “Ramazan’da açın hâlinden anlıyoruz.” Lakin Ramazan bittiğinde o açları unutan kim? Yılın bir ayı "fakir" edebiyatı yapıp on bir ay sefahat içinde geçirmek nasıl bir insaf ölçüsüdür? Oruç tutarak açın hâlini anlayan, Ramazan’dan sonra da onu doyurmanın yoluna bakmaz mı? Fakiri doyurmak, ona sadaka vermekle mi olur, yoksa iş ve aş sahibi yapmakla mı?

Fatih Sultan Mehmet Han, yaptırdığı Fatih vakfiyesi aracılığıyla sabah ezanından önce ihtiyaç sahiplerinin kapısına erzak bıraktırır, onların minnet duygusuna mahkûm olmalarına müsaade etmezdi. Zira esas iyilik, insanın izzetini koruyarak yapılan iyiliktir. Bugün ise "yardım" adı altında kameralar önünde fakirin haysiyeti çiğneniyor. Aç bir çocuğun yüzüne tutulmuş bir objektif, hangi vicdana sığar?

Hâsılıkelâm, Ramazan ruhları arındırma ayıdır; gövdeyi besleme değil! Bu ay, zenginin fakiri bir sofrada ağırlayıp vicdanını rahatlatması için değil, adil bir düzen kurmak için vardır. Yoksa her yıl olduğu gibi bu yıl da Ramazan’ın ruhunu anlamadan, gösterişli iftarlarla günahlarımızı affettirme yarışına devam edeceğiz.

Allah hepimize akıl, izan ve güzel ahlâk nasip etsin.

Vesselâm.
Aydın Mertayak 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —