9489,83%1,30
34,54% 0,20
36,07% -0,43
2990,02% 0,96
5006,57% 1,04
İkizdere’ye atanmış ilk Doktor Cahit Öney’in Hatıraları
Salı Günü hareket eden vapurumuzla 29.2.1952 Cumartesi sabahı Rize’ye ulaştım. Cumartesi günleri öğlene kadar mesai vardı. Hemen gidip vazifeye başladım. Eğer 2 Mart’ta vazifeye başlasaydım, o ay maaş alamadan çalışacaktır. Merkez hükümet tabipliği ve sağlık müdürlüğü aynı binada idi. Sağlık Müdürümüz Dr. İbrahim Arın ve hükümet tabipleri Dr. Selahattin Özorhon ile Dr. Hüsnü Atabey idi. Sağlık Müdürlüğü başkâtibi Medet bey, kâtibi ise Hüseyin Suyabatmaz idi. Sabahattin bey beni hemen polikliniğine soktu! Hekimliğe yeni başlıyordum ve fırtınalı bir denizde yolculuk yapmıştım, yorgun ve uykusuzdum. Bir iki misal vereyim, bir kadın 6 yaşlarındaki hasta çocuğunu şöyle anlatıyordu,” kusuyor ve ağzından “mamali” geliyor” bu yaştaki çocuk hala mamami yiyor? Diye sorunca “ yok tohtur beyim mama değil, mamali geliyor!” poliklinik odasından çıkıp durumu Hüseyin beye anlatınca “mamalinin bağırsak solucanı(askaris) olduğunu öğreniyorum. -Bir yaşlı kadın fakir ilmühaberini uzatıyor, baktığımda aynı sabah belediye tabipinden aldığı reçete olduğunu görerek “bu ilmühaber değil” deyince, koynunda bir kâğıt çıkarıp hastane polinikliğinden alınmış olduğunu görerek “ hanım bu sabah iki doktora muayene olmuşsun neden birde bana geldin” deyince, ikisi de ayrı ismi verdi, hangisinin doğru olduğunu anlamak için sana geldim. Cevabını alıyorum. Müdür bey yorulduğumu görünce müdahale etti ve Sabahattin beyi polikliniğe soktu. Rize’de nekator(kancalı kurt)hastalığı çoktu ve bize bağlı nekator dispanseri vardı, orada da zaman zaman çalıştım. Mikroskopla dışkı muayeneni yaptım. Sıkrıklı (Azaklıhoca köyünden) Osman Varlı’nın evini kiralamıştım. Haziran geldi, yedek subaylık için askerlik şubesine müracaat edecektim.”sana tebligat yapılmamış, cezalı düşmezsin 6 ayını doldurup asaletin tasdik edilsin, sonra edersin” dediler, göreve devam ettim. Rizelinin dil farklılıklarını da öğreniyordum. Örnek olarak Böğürtlene Fikoki, bir kısmı Hendekuka diyordu. Valimiz Nazım Üner idi ve DP’nin güçlü Milletvekillerinden İzzet Akçal, Osman Kavrakoğlu, Ahmet Morgul ile Rize’ye faydalı bir işbirliği içinde çalışıyordu. 1954 sonunda Sakarya Valisi oldu. Atatürk, İnönü ve Bayar’ın Cumhurbaşkanlığı yaptıkları devirde, bir edeb-terbiye anlayışı vardı. Yaşça, 3-4 yıl büyüğümüzle arkadaşlık edemezdik. Kıdem – makam farkı fazla meslektaşımızla da görev dışı konularda konuşamadık. Misaller veriyorum, ben 1940’lı yıllarda Kabataş Erkek Lisesine gitmek için, Beylerbeyi vapur iskelesinde şair N.Fazıl Kısakürek veya Asaf Halet Çelebi ile karşılaşsam, gözlerimi yere indirir, hafifçe belimi bükerdim. Onlar vapurun Orta katında(giriş katında) oturdukları için, üst kart birincide otururduk, büyüklerimiz aralarında rahatça konuşurlar, şakalaşırlar diye düşünüyorduk. Rize Sağlık Müdürlüğü ve Hükümet Tabipliği denize yakın bir binada bir arada idi. Yukarda da anlatmaya çalıştığım terbiye anlayışla, fotoğraf çekilirken büyüklerimiz olan Dr. İbrahim Arın’ı ve Dr. Hüsnü Atabeyi aramızda davet edememiştik. Bir gün müdürüm beni çağırdı ve “ Anam: bir Sıtma Savaş memuru Azaklıhocada “Çiçek hastalığı” ihbarı yapıyor. O yanılmıştır, “ Çiçek” değil “suçiçeği” olabilir gene de O köye yaya gitmek sana düşüyor” dedi. Yaya olarak engebeli araziyi aşıp köye vardım, çocukları muayene ettim, hepsi suçiçeği, köyde dinlenmekte iken Dr. Hüsnü Atabey’in kan-ter içinde geldiğini hayretle gördüm. Çok titizdi. Nadiren neşelenir, kaşlarını çatarken gülümser ve “humi kafa” derdi. Bir kere alnını masaya dayamış olarak gördüm, başının ağrıdığını söyledi. 1962 de Muş Sağlık Müdürü iken beyin tümöründen vefat etmiş. Vefat yılını şuan hatırlayamadım. Allah rahmet eylesin, akıbet mekânı cennet olsun. 20.6.1952’de yürürlüğe giren 5967 sayılı kanunla Çağrankaya(kafkame) İkizdere adıyla ilçe yapılmış ve 10 km. Kuzeyindeki Güneyce ilçeside köy yapılıp İkizdere’ye bağlanmıştı. Başta Kaymakam Hasan Yücer olmak üzere ilçe memurları ve resmi daireler binaları, evleri kifayetsiz İkizdere’ye taşınmışlar ise de, Hükümet Tabibi Dr. Mehmet Gümüşpay, hükümet tabipliği için yeterli bina, ailesi için yeterli ev gösterilmedikçe İkizdere’ye taşınmamakta ısrar etmiştir. Sıkıntıya düşen Sağlık Müdürümüz Dr. İbrahim Arın bana “ nasıl olsa askerlik dolayısıyla ayrılırsın, İkizdere’ye gitme ricamı kabul ette mesele hallolsun.” dedi ve kabul etmem üzerine İkizdere’ye 1952 Eylülünde nakledildim. İkizdere coğrafyasında herkesin karlı kış aylarında adını işittiği mahal Ovit dağıdır. O tarihlerde bizim için Ovit yaylası daha doğrusu Ovit yaylaları idi. Bu yaylaların sanırım isimleri bile unutulmuştur. Sivrikaya (Köhser-i ulya) köyüne Ovit dağından gelen Çapans deresinin iki yanında yaylalar vardır. Yokuşu çıkarken sağdakiler sırasıyla 1 -Soğanlı yaylası, 2 -Aksu yaylası, 3- Hatice yurdu yaylası, 4- koç yaylası, 5 –Cimil cadağı yaylası. Yokuşu çıkarken Çapans deresinin solundakiler 1 -Yapağılı yaylası, 2- Kızıl bel yaylası, 3 -Ağbasan yaylası, 4 -Kazançukur yaylası, 5 -Koşmer yaylası. İkizdere’de kaymakamlar (sırasıyla) Hasan Yücer, Nurettin Yılmaz, Hasan Güven, ancak 3,5 ay çalışmış ve ayrılmışlardır. Arada kalan zamanlarda tahrirat kâtipleri, jandarma komutanları vekâlet etmişlerdir. Ben Haziran 1955’de askerlik için ayrılmadan birkaç hafta önce Cevat Geray kaymakamımız olmuştu. Belediye Başkanımız- Murat Ardal, ağırbaşlı, terbiyeli, çalışkan bir genç idi. İl Özel İdaresinde Üye(İl Genel Meclis Üyesi) Kirazlı’dan Yusuf Kösoğlu bu köyün yol ve su problemleri çözülmesinden sonra ilçenin bir mahalle olmasında, Ilıca yolunun yapılmasında, Hükümet Konağı ve Sağlık Merkezi yapılmasında emeği olmuştur. Vali Nazım Üner tarafından her dileğinin kabul edildiğine şahit olmuştum. Hatırımda kalan ilçenin ilk memurları köy sağlık memurları Mehmet Tavukçu, Sağlık Memuru Necati Ülgen(birkaç ay sonra ayrılmış Sayıştay murakıbı olmuştur) Hafız Osman Terzi- Hükümet Tabipliği hademesi, bilahare Sağlık Merkezi hasta bakıcısı, Cum. Müddeiumumiyesi M.Kemal İçel, Ziraat memuru Nazir Altındaş, Mal Müdürü A.Kadir Bayraktar, Tapu Sicil Memuru Asım Çağlar, Veteriner sağlık memurları Ömer Sıtkı Güç. İkizdere’de Ali Biliş’in evinde kiracı oldum. Ocak 1955’de sağlık merkezinde lojmanına taşındım. Kabahorlunun mini marketinden alışveriş ederdik. Çağrankayadan Cemal Biber, bakkal Celal Kurnaz, Dava vekili Şakir Yazıcı, Tahrirat kâtibi Rüstem Ekşi arkadaşlarım olmuştu. Sırtında milis kıyafeti, boynunda asılı dürbünüyle ara sıra ilçe merkezinde görünen Mizrap ağa Rus işgalinde Türklerin temsilcisi ve tercümanı olarak herkesin tanıdığı ve saygı duyduğu bir şahsiyetti. İlçe Hükümet Tabibi olarak bir ambalaj sandığından bozma bir kulübede çalıştık. Birkaç ay sonra Kabahorlunun mağazası üst kısmını kiraladık, nispeten kısa zamanda inşa edilen hükümet konağının iki odası bize tahsis edildi. Sonunda 15.1.1955 günü açılışı yapılan Sağlık Merkezine taşındık. Sağlık merkezi inşaatı sona ermek üzere iken her hususta pek titiz olan Sağlık Müdürümüz Dr. İbrahim Arın ilçeye gelerek bana şu sualleri sordu, cevapları da kendisi verdi. (cümlesine “anam” diye başlardı.) -bayrak direğinin, çatını altında ve üstünde kalan bölümleri uzunluklarının birbirine nispeti (oranı) ne olacak? -bayrak direğinin çatı altında kalan kısmı uzunluğu ile bayrak eni uzunluğunun birbirine oranı ne olacak? -Vali ve Milletvekilleri gelecekler. Açılış konuşmasında teşekkür ederken hangisine öncelik vereceksin? Hasan Yücer- Ardeşen Kaymakamı iken bisiklet ile dolaşıyormuş, milletvekillerinden birisini görememiş, selam vermemiş Güneyce’ye tayini çıkmış. Tarih sırası gözetmeden bazı hatıralarımı kaydediyorum. Kaymakam Hasan Yücer ilçeden ayrılınca tahrirat kâtibi ismini hatırlayamadığım yaşlıca bir zat vekâlet etti. Bir müddet sonra J.Bnb. Mehmet Erarslan ilçe jandarma komutanı olarak vazifeye başladı. Pek muhterem bir şahsiyet idi. Bir gece bana gelerek aman doktorcuyum bir oğlumu apandisten kaybettik, şimdi tek oğlumun da karnı ağırıyor. Gelde bir bak dedi. Muayenemde apandisitin belirtilerini görerek penisilin yaptım. Mehmet Bey ertesi sabah Deli Maksutun otobüsü ile oğlunu Rize’ye götürdü. Op. Dr. Fahri Eskiyerli muayene ve apandisit belirtisi bulamadım demiş. Mehmet bey’penisilin yapıldı, ne olur ameliyat edin’demişse de sözünü dinletemeden ilçeye dönmüş.1-2 hafta sonra gene gece yarısı aynı şikâyetle beni eve çağırdı. Apandisit bulgularını ortadan kaldıracağını bile bile gene penisilin yaptım. Ertesi gün Rize Devlet hastanesi Operatörü muayene etmiş ve sizin hükümet tabibinin fikri sabit mi var. Çocuğun bir şeyi yok! demiş. Mehmet bey’bir çocuğumu apandisitten böyle kayıp ettim, hasta olmasa bile apandisitini alın’ diye adeta yalvarmış. Dâhiliye Mütehassısı Dr. Nermin Beksaç’da kendisini destekleyince başlayan ameliyat uzadıkça uzamış ve kan ter içindeki operatör apandisit dokunulsa karına dağılır ve peritonit olur. Bu sebeple alamadık, karına buz torbası konur bir müddet sonra ameliyat mümkün olur demiş. Bu arada Kaymakamlığa vekâleti çıkmış olan Mehmet Bey kar ve buz bulabileceği Artvin’e naklini çıkardı. Bir müddette tahrirat kâtibi Rüstem Ekşi vekâlet etti. İlçede memurlar arasında bir ahenk vardı. Savcı Kemal Bey, Rüstem bey senden başka dördüncü yok diyerek beni briç oynamaya mecbur etti. Savcı Asliye Hâkiminin kararlarını temyiz ederek’mumtazen terfi’yolunu seçmişti. Bir gün hükümet konağında çıkış saatine yakın Savcıyı ziyarete gitmiştim. Asliye Hâkimi odaya girerek’ne hakla dava dosyasını alıyorsun’diye kavgaya başladı, iş dövüşe doğru gidince aralarına girdim. Savcı Başkâtip Senai beye Bakanlığa telgraf çek, müfettiş iste diye bağırıyordu, bunu da önledim. Kaza J.K.Ütgm K.Y. bey Kaymakamlığa vekâlet ediyordu. Bir gün bir yazıyı imzalatmak için Kaymakamlık makam odasına gittim. İçerde Vilayetten gelmiş birkaç ziyaretçi beyefendi vardı. Kaymakam Vekili bana; doktor! O Çingene perdelerini nereden buldun? dedi. Hükümet konağına yeni geçmiştik. Ve ben Rize’ye gidip masa mobilya ve perdeler almıştım. Aramızda geçen konuşma tamamen hatıramdadır. -Ben ‘yanılıyorsunuz onlar Çingene perdeleri değildir. -O perdeler Çingene perdelerinin dik alasıdır., -ben Rize’deki mağaza sahibi aynı toptan Vali Beye de sattığını söyledi’. O –bu perdeler kaliteli ise de desenli, resmi daireden ziyade eve, köşke yakışır demek istemiştim’.ben-,bende Vali beyin kendilerini tenzih ederim, Vilayet konağı için değil makam odası için satın alındını belirtmek istemiştim’deyince sustu ve bana düşman oldu. Bir zaman sonra Nurettin Yılmaz Bey Kaymakam oldu. Kendisi çalışkan evine bağlı, vakur bir kimse idi. Ali Biliş’in evinin aynı katında komşu idik. Eşi Nesrin hanımda öğretmen idi. Selefi, devir teslim sırasında beni amirleri hiçe sayan bir kimse olarak tanıtmış ve sözünü ispat için fırsat kolluyor, odasının penceresi hükümet binasının merdivenleri yanında. Kaymakama giderek’şimdi doktor vazifeyi terk etti, sizden izin almamıştır sanırım çünkü amir tanımaz memurdur’diyor. Kaymakamda kapısındaki J.Erine ‘odaları dolaş, vazife başında olmayanları bana bildir.’diyor. J.Er’doktor ve ziraat muallimi Nazır Altıntaş odalarında yoklar, deyince ikimize de birer sarı zarf. Soru açıyor, savunmamızı yerinde bulmazsa’ihtar’ cezası verecek, Yazısı şöyle. Yaptığım teftişte odanızda yoktunuz. 1-Kimden izin alarak vazifeyi terk ettiğinizi. 2-Nereye gittiğinizi savunma olarak bildiriniz. Nazır bey çocuğum hasta olduğu haberi geldiğini özür dilediğini söylüyor ve yazı geri alınıyor. Gençliğimde amirlerimin, kibirlerinin haksızlıklarına boyun eğmezdim. Kaymakam beni sinirlendirmişti, bende onu sinirlendirecektim.2 sahife yazı yazarak, hükümet tabibinin odasından ayrılmasının vazifeye ara verdiği manasına gelmediğini, belediye tabipliği, adli tabiplik, okulların tabipliği, memurların tabipliğini de yaptığını aslında odasından çıkmayan bir hükümet tabibinin tenkit edilmesi gerektiğini, bu görevler kanunla verilmiş olduğundan her vazifeye çıkışında izin alması gerekmediğini, ancak Belediye sınırları dışına köylere gitmem gerektiğinde bilgi vereceğimi misaller vererek yazdım ve sarı zarfa koyup dahili zimmet defteriyle tahrirat katibine hadememiz hafız Osman Terzi ile gönderdim. Kaymakam bey beni çağırarak’ben size 2 soru sormuş ve savunmanızı istemiştim. Siz ise bana hükümet tabiplerinin görevleri hakkında adeta DERS veriyorsunuz’ deyip yazımın altında’sorulara cevap verilmesi’diye yazdı.’DERS ‘ kelimesi üzerine basılarak telaffuz edilmişti.’estağfurullah’demeden yazımı geri aldım ve bu kere şu yazıyı yazıp zarf içinde gönderdim. 1-Ortaokulda Türkçe dersi vermek üzere odadan ayrıldım. 2-bu görevi sizin ricanız üzerine ve onayınızla üstlendiğimden her derse gidişimde makamınıza uğramam gerekmediği kanaatindeyim. 3-soru- açmadan önce şifahen sormanız daha uygun olurdu kanaatindeyim. Beni makama çağırdı ve aramızda şu konuşma geçti. O-evet gerçekten Ortaokula gitmişsin. Özür dilerim(gene estağfurullah demedim)fakat ben size 2 madde sordum. Siz Üçüncü bir madde eklemişsiniz ve bu madde ile benim takdir hakkıma tecavüz ediyorsunuz. Ben -siz benden’savunma’istemişsiniz. Savunma kısıtlanamaz. Sizin 2 maddede sorduklarınıza da cevap vermek şartıyla savunmamı ne şekilde yapılacağının takdiri ben sanığa aittir. O-bu söyledikleriniz mahkemede geçerlidir. Ben -hukuk kaidelerini mahkemelere hapsedemezsiniz. O-Yazınız iade ediyorum.3ç.maddeyi çıkarıp gönderiniz Ben-Savunmamı değiştirmem imkânsızdır. O-Bu iş lüzumsuz yere çok uzadı, sizin yerinize ben bu 3.maddeyi karalayıp kaleme havale ediyorum. Ben-ben savunmamı size takdim ettim. Gereğinin takdiri size aittir. İlçede tatsızlık, guruplaşma artarak devam etti. Nurettin Bey kibar çalışkan bir kimse idi. Tek kusuru kandırılması ve gururu ile oynandığı zannı idi. Halefi Hasan beye devir teslimimde evvelki gibi olduğundan aramız kötü gitti. Hasan bey fark imtihanlarını kazanıp Rize’de Avukatlık için ayrılınca rahat bir nefes aldık. Halefi Cevat Geray ise herhalde 1-2 memura sormak yerine daha geniş bir soruşturma yapmış olacak ki benimle samimi bir yakınlık kurdu, güler yüz gösterdi. Fakat daha önce karar vermiş olduğundan Askerlik için ayrıldım. İkizdere’den birkaç hatıra Görevim 1 veya 2 ay olmuş idi ki Savcı M.Kemal İçel Anzer(Balllıköy)e soruşturma için gideceğimizi benimde otopsi yapmam gerektiğini bildirdi. Köylülerin getirdiği katırlardan birine bindim, Savcı bey ise Orman Bölge Şefinin atına binmişti. O yaşıma kadar ata-merkebe binmemiştim. Dere köyden dik bir yokuşla Balllıköy istikametine sapılıyordu, yokuş öne ve inişte arkaya eğilmem gerektiğini öğrendim.2-3 karış eninde patikanın sağ tarafı dağ sol tarafı uçurum. Saatler sonra köye vardık.14-15 yaşlarında delikanlı bir gözü kör bir katırdan düşerek ölmüştü. Savcı bey çocuğu bir gözü kör katıra bindirerek tedbirsizlik yapıldığını söylüyordu. Katır sahibi kendisini şöyle savundu. Savcı bey bu soruyu soracağınızı tahmin ederek doktor beyi kör katıra bindirdik. Savcı bey ikna oldu ve takipsizlik gerektiği neticesini verdi! İlçede eczane olmadığından, hastaya reçete yazıp’bu ilaçları al ve kullan’demenin bir manası olamayacağından küçük bir’ecza dolabım’vardı. Fakat yılan tetanos, difteri serumlarından antibiyotiklere kadar çeşitli ilaçlar bulundurdum. Her şeyden önce benim aileminde ihtiyacı olabilirdi. Yarım yy.dan önce bile Ecza dolabımda şu antibiyotikler vardı. sulfamid, penisilin, streptemisin,kloramtenikol vardı. 1954 yılında Demirkapı köyünde bulaşıcı hastalık olduğunu öğrendik. Hemen gittiğimde Tifo salgını olduğunu görerek kloramfenikol ile tedavi ettim, vefat eden olmadı. 1955 Şubat ayında bir Pazartesi günü Sağlık Merkezine gittiğimde hastabakıcımız Hafız Osman Terzi, Doktor bey köyüm olan Güneyce’den 4 çocuğu anneleriyle birlikte getirip yatırdım tedavi et’ dedi.4-5 yaşlarındaki çocuklar dalgın yatıyorlardı. Salgın –bulaşıcı bir hastalık olan menenjit idiler. Sağlık merkezinin hemen yanındaki lojmanda 2 yaşındaki oğlum vardı. Hafız Osman Terzi’ye bulaşıcı hastalık vakasını yatırmamız yasaktır. Deli Maksut’un otobüsü ile hemen Rize’ye gönder, burada tutarsak suçlu oluruz, hele vefat da oldu mu mahkemelik oluruz’dememe karşılık,’bunlar benim köyümden, çok fakir kimseler, bir yere gidemezler, merhametin yoksa jandarma ile atarsın’ dedi. Bende gençliğin erdiği çılgınlıkla tedaviye karar verdim,4 çeşit antibiyotikten birini seçecektim. Okuyup-araştırma sonunda ampul lezol’de karar kıldım. Bu ilaç İbrahim edhem laboratuarı ürünü idi ve kalçadan adaleye verilen sufamidden ibaretti. Hafızla birlikte gece gündüz ilgilenmemiz neticesinde dördü de sağlığına kavuştu, şimdi 60 yaşlarında olması gerek.(07.05.2008) 9 Kasım 2008 Pazar günü Vakit Gazetesinde’yüzde ağrı can yakıyor’başlıklı şu yazıyı İkizdere’den bir hatıramı daha yazmaya karar verdim. Haber;(Beyin Omurilik Sinir Cerrahı Doç.Dr. Volkan AYDIN, yüz bölgesinde kısa süreli tekrarlayan, elektrik çarpması tarzındaki ağrının hastanın hayati işlemlerini dahi yapamaz duruma getirebileceğini belirterek, bunun kısa sürede tedavi edilmesi gerektiğini söyledi. Doç.Dr. Aydın yaptığı açıklamada yüzün tek tarafına aniden vuran ve yüze ellemeyi imkânsız hale getiren sancılara neden olan yüz ağrısının hayatı çekilmez hale getirdiğini vurguladı). 1954 de sanırım Çağrankaya’dan ben yaşlarda erkek bir hasta yanağı üzerinde ani şimşek çakması gibi gelen şiddetli sancıdan şikâyet ederek yardım/reçete istedi. Kendisine her birinde ¼ miligram Akonitin bulunan Pilül(hap)yazdım ve ancak İstanbul’da bulacağını söyledim.2-3 hafta sonra geldi ve ilacı Beyoğlu’nda Rebul Eczanesinde yaptırabilmiş. Trigeminüs nevraljisi için faydalı olmuş. 1952 Kasım ayında doğum için eşimi İstanbul’da bırakmış ve Rize’ye dönmüştüm. Paramın büyük bir kısmı ile Park Otel altındaki Eczaneye sipariş verdim ve Deli Maksutun otobüsü ile göndermelerini söyledim. Sağlık Müdürlüğüne uğradım. Kar tipisi başladı. Sağlık Müdürümüz Dr. İbrahim ARIN’Anam yollar kapanmıştır, yollar açılana kadar merkez Hükümet Tabipliğinde çalışırsın’dedi. Otelde birkaç gün kalacak kadar param yoktu. İstesem borç alabilirdim. Fakat aah şu İstanbulluluk! Bir lastik bot ve 5-6 simit aldım ve Müdür beye ben yaya gidiyorum Allahaısmarladık dedim. Beni zorla Müdürlüğün jeepine bindirip uğurladı. Jeep 3.5 km.den fazla gidemedi. Rize-İkizdere yolu 59 km. idi. O gece bir köyde yattım. Ertesi gün yatsı vakti doğru İkizdere’ye vardım. Yorgun ve açtım. Doğru aşçıya gittim. Ali Usta Pilav var mı? Soruma Var idi cevabını alınca ’eyvah pilav bitmiş ‘diye düşünerek, Hoşaf var mı? Diye sorunca ona da’var idi’ sözüne karşı, Ali Usta aç mı kalacağım deyince Tohtur beyim, Pilavın ile Üzüm Hoşafını getiriyorum! dedi. ’var idi’’Var’ manasına geliyormuş. 1954 kışında bir gün Sivrikayanın Pancar Mahallesinden Ahize Mahallesine gidiyorum. Bir yamacın ortasındaki keçiyolu buz tutmuş. Arkamdaki Muhtar küçük ilaç çantamı taşıyor, onun arkasında 2-3 köylü var. Lastik botum kaydı ve sağ tarafım üzerine yola düştüm. Sağ ayağım uçuruma sarkmış. Arkamdakilerin yardımı imkânsız. Pederimin almış olduğu kalın İtalya kumaşından paltomun düğmelerini çözüp kendimi üzerine çektim ve ayağa kalkmayı başardım. Babam,annem ve dedem İstanbullu birer memur idiler.Onlardan aldığım terbiyeye göre,Devlet amme hizmeti yapar bu hizmet için görevlendirdiği memurların vatandaştan para almaları yasak ve haramdır,Müslüman haram yemez ve bakmakla mükellef olduğu kimselere de haram yedirmez.! 29 Şubat 1952 Cumartesi günü sabah ezanı okunurken Rize’de karaya ayak basmış ve Mart ayı maaşımı alabilmek için Sağlık Müdürlüğü ile Merkez Hükümet Tabipliğinin müştereken kullandığı binaya saat 9 da varmış ve hemen polikliniğe sokulmuştum. O sıralarda Devlet hastanesi bir köşkte çalışıyordu. Birkaç kere Operatör Doktor Fahri Eskiyerli’ne asiste etmiştim. İkizdere Hükümet Tabipliğim sırasında Ecza dolabıma ilaç almak için Basri beye ait ilin tek Eczanesine indiğimde orada Eskiyerli’nin beni görmek istediğini öğrendim. Hastaneye ziyaretim sırasında Eskiyerli bana çay ikram etti ve bir sual yöneltti.’Bir Hekimin değeri ne ile ölçülür’?Benim cevaplarımı yarıda keserek, ben halkın değer ölçüsünü sormuştum, sorumu kendim cevaplayayım. Halk Hekimi kendisinden istediği ve aldığı paranın miktarı ile değerlendirir. İşittiğime göre ilçede tek hekim olduğun halde hastalardan para almıyormuşsun. Hatta muayenehane bile açmamış ve evine gelenlere de orada parasız’ diye Hükümet Tabipliğine gönderiyor, fakirlere bedava ilaç veriyormuşsun. Hem kendi değerini düşürüyor, hemde çoluğunun çocuğunun geleceğini tehlikeye atıyorsun. Benim diyeceklerim bu kadar. Haydi, aslanım gül güle! dedi. Bu nasihatte tesirsiz kalmıştı. Ancak köye davetlerde ücret isteyebiliyordum ve ücretin takdirini de hasta sahibine bırakıyordum. Bir gün Cimil-Ortaköy’den davet geldi. Eşraftan H. P.nin eşinin doğumdan sonra hafta geçmesine karşılık plasentası gelmemiş. Plasenta aktara gibi öyle türleri vardır ki, jinekolog bile dağ başında bir şey yapamaz. Ankara Sağlık Memurları Okulundan yeni mezun Necati Ü.’i de yanıma aldım. Katır sırtında saatler sonra köye vardık. Akşam olmak üzere idi. Krede, tuşe gibi birkaç manevradan sonra plasenta avucumu doldurmazmı? Yanımızdaki yaşlı ve tecrübeli köy kadınları plasentayı bir tepsiye koyarak dışarıdaki kadınlara gösterdiler ve içerde parça kalmadığını ilan ettiler. Enfeksiyon ve kansızlığa karşı ilaç tatbikinden sonra işimiz sona ermişti. Hiçbir talepte bulunmadığım halde H.P.100 Tl. verdi, bu bir doktorun yarım maaşı kadardı. Bende bunun yarısını dönüşte sağlık memuru arkadaşıma verdim. İsmet Kösoğlu |
|
|