9287,39%0,66
34,35% -0,04
36,54% 0,03
2880,85% 0,31
4815,19% -0,09
Kalkandere bir değerini daha ahirete uğurladı 'Ali dede'
Tahir Orhan 'dan alıntıdır.
ALİ DEDE
20’nci Yüzyılın Mimar Sinan’ı
Genç yaşlarında geçirdiği sinirsel bir rahatsızlık yüzünden ellerinin aşırı titremesi sebebiyle bir çizgiyi dahi çizmekte zorlanan bu deha, en karmaşık betonarme veya taş binayı, büyük bir maharetle dikmekle meşhurdur. Bu işler için hiçbir projeye bakmaması ise, onun dehasının bir örneğidir. Bir keresinde köylülerinden birisi ondan kendisi için bir ev yapmasını istedi. Oturup konuşuldu, bir nevi sözleşeme imzalandı. Ancak daha sonra hesapta olmayan bir şey oldu. Ömer Armağan, Ankara’dan ona bir proje gönderdi. Evin bu şekilde yapılmasını istiyordu. Ali Dede ona bir mektup yazarak evi yapmaktan vazgeçtiğini bildirdi. Buna çok şaşıran Ömer Armağan, neden böyle yaptığını sorguladı. Ali Dede’nin cevabı, “Ben şimdiye kadar hiç proje kullanmadım, yoksa bana güvenmiyor musun?” oldu. Arkasından da kesinlikle evi yapmayacağını tekrarladı. Ömer Armağan çok üzüldü buna. Araya aracılar soktu ama bir türlü ikna edemiyordu onu. Bu sırada da projeden çoktan vazgeçtiğini bildiriyordu. Nihayet Ali Dede yumuşadı ve işi yapmayı kabul etti.
Aradan 40 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen, üstelik bir taş duvarın üstünde kurulan o bina, dimdik ayaktadır ve halen görenleri şaşırtmaktadır.
Ali Dede’nin ilk işi, Çağlayan Köyüne inşa edilmesi kararlaştırılan daha doğrusu Yakup Erhan’ın köyüne yol getirmesinden sonra kendi arazisi üzerine kurmak istediği çay alım yeridir. Bunu büyük bir ustalıkla istenilen yere konduran Ali Dede, inşaat sektörüne, bir daha çıkmamak üzere girmiştir. Ardından, 1965’in ilk günlerinde yanan caminin yapımı geliyor. Yine hiçbir plan, proje olmadan Çağlayan Köyü Camisinin de kubbesi çatılmış, ibadete açılmıştır. Sonrasında büyük çoğunluğu cami olmak üzere çeşitli binalar, çay alım yerleri, en zor yerlere kurulan ve halen dimdik ayakta duran duvarlar, hep Ali Dede’nin elinde hayat bulur.
Camiler deyince öyle birkaç tane cami zannedilmesin. Doğu Karadeniz’in çeşitli il ve ilçelerinde 40’a yakın camiden söz ediyoruz. Kendisine sorduğumuzda 40’ı çoktan geçti demektedir. Bu camilerin yapımının her birinin ayrı bir hikâyesi vardır. Burada anlatmakla bitirmek mümkün değildir. Biz bazılarının hikâyesiyle yetineceğiz. Bir de 140 yıllık bir ahşap caminin, çivisini dahi sökmeden taşımasını anlatacağız.
O sabah ilçenin pek çok köyünden eli ayağı tutan kim varsa Kalkandere’ye inmişti. Zamana meydan okuyan eski cami yıkılacaktı. Aslında yerine yenisinin yapılacak olması belki iyi idi ama o tarihin yok edilmesi de neyin nesiydi. Bir hayır hizmetidir diye herkes yıkmaya koşacaktı ama ilçedeki tek İmam-Hatip Lisesinde Edebiyat öğretmeni olan Hüseyin Armağan’ı, ayağı hiç çekmiyordu. O gece, ilginç de bir rüya görmüştü. Rüyasında gördüklerinden o tarihi caminin yıkılmasının hayra alamet olmadığını çıkarmıştı. Camiyi yıkmaya gitmeyecekti; gitmedi de… Çünkü hayırlı olmayacaktı bu.
Kim bilir kendi gibi başkaları da olmuştur. Yani benzer gerekçelerle camiyi yıkmaya gitmeyenler çıkmıştır. Ama ne olursa olsun, o gün büyük bir kalabalık, o eski ama tarih kokan ahşap camiyi yerle bir etti. Lafın gelişi tabii... Bir günde değil birkaç günde ancak kaldırılabildi enkaz.
Sonra ne mi olacaktı? Ali Dede iş başına geçecekti ve yerine yenisi dikilecekti. Ali Dede, Kalkandere’sine yapacağı bu caminin, eskisini unutturmayı hedefliyordu. Bu yüzden çok titiz çalışmalı, yerine bir ucube değil, Mimar Sinan’ınkiler gibi bir sanat eseri dikmeliydi. İstanbul’a gitti. Günlerce cami cami dolaştı, model aradı. Sonunda Eminönü semtindeki Yeni Cami’de karar kıldı. Çok yakışacaktı Kalkandere’ye… Elinin titremesi yüzünden yazıp çizemese de hafızası yerindeydi. Camiyi bir güzel hafızasına kazıdıktan sonra döndü memleketine.
Hesaplar kitaplar yapıldı, kıble yönü tayin edildi ve ilk kazma vuruldu. Böylece yıllar sürecek bir macera başlıyordu. Ali Dede, ekibini kurmuş, sabahın erken saatlerinden gün kararana kadar çalışıyor, didiniyordu. Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovaladı ve bina yükseldi, yükseldi, yükseldi. Kubbe çatılacaktı. Önce küçük kubbeler bir bir yerlerine oturtuldu. Sonra da en büyük kubbe için iskele kuruldu, kalıp yapıldı.
Bu sırada Trabzon’daki Türkiye’nin kuruluş sırasına göre 4’üncü, teknik üniversite yönünden 3’üncü üniversitesi olan Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde hocalar, bu ilginç adamı ve yaptıklarını görmeye geldi. Önce tanışma ve hoşbeş oldu. Sonra da sorular peş peşe gelmeye başladı. Bu sırada merdivenler tırmanılıyor, kubbeye çıkılmaya çalışılıyordu. Çünkü en önemli kısım orasıydı ve mühendis hocalar bunu çok iyi biliyordu. Kubbeden Kalkandere daha bir güzel görünüyordu. Hava da bugün güneşli ve ılıktı. Doğrusu buraya çıkmaya değdi. Şimdi merakların giderilme zamanıydı. “Ali Bey, projeyi kimler çizdi” dedi hocaların kıdemlisi. Ali Dede’nin cevabı şu oldu: “Herhangi bir proje yok.” Şimdi şaşırma zamanıydı. Diğer hocalar atıldı. Her biri ayrı ayrı soru yağmuruna tutuyorlardı onu. “Proje olmadan mı bu cami bu hale geldi” diyorlardı. Ali Dede; “Ben şimdiye kadar hiç projeyle çalışmadım” dedi. Akılları almıyordu. Bu yaptığı kaçıncı cami, kaçıncı inşaattı? Ve proje olmadan yapıldı bütün bunlar. İnanmadılar, daha doğrusu Ali Dede’nin kendilerine şaka yaptığını sanıyorlardı. Her halde isim vermek istemiyordu diye düşünüyorlardı. Ama bu gerçekti. Sonra aşağıya inildi. Çaylar, kahveler ikram edildi; yemek teklifi yapıldı. “Sanırım biraz gönül koyarak ayrıldılar o gün Kalkandere’den” dedi bana Ali Dede.
Böylesine marifetli, inşaattan, betondan, demirden bu kadar iyi anlayan bir insanla hemdert olmak, komşu olmak, tanıdık olmak bizim için ne büyük saadettir.